Doğu-Batı ayrımı İzİnDe Dualıte meselesİne Bİr yaklaşım

Author:

Year-Number: 2010-8
Yayımlanma Tarihi: 2018-11-01 12:18:12.0
Language : Türkçe
Konu :
Number of pages: 194-215
Mendeley EndNote Alıntı Yap

Abstract

Doğu ve Bat gibi farklı zamanlarda, farklı biçimlerde tanımlanan iki evrenle karşı karşıya olduğumuzdan, ayrıca her ikisinin hem coğraf hem siyasî hem de kültürel referansları dönem dönem farklı merkezlerden beslendiği için, bu iki kavramsallaşmış ifadenin derinlik kazısını uzun uzadıya yapmak yerine; sembolik bir Doğu ve Bat tanımlamasıyla yola çıkacağız. Ayrıca bu tanımlamada reel ve irreel alanı aynı anda kullanmak gayret göstereceğiz. Öznelliğin derecesi elbete artacak; fakat karmaşık tanımlamalar yerine en azından bir şeyi doğru anlama ve anlatma yolu da bu sayede açılacaktr, diye düşünüyoruz. Nasıl ki ışık, prizmadan süzülürken ilk açısını yitrir ve o ilk huzmeye yeni birçok açı eklenir; aslında ışığı zenginleştren, nurlandıran şey, tam da bu hususî kırılıştr. Çünkü bu kırılış ona yeni âlemler ve görüngüler hediye eder. Araştrmacının yahut tarihçinin görevini çocuksu bir soruya indirgeyen, İngiliz tarihçi A. J. Taylor’un ifade etği “sonra ne oldu ve sonra kim geldi” (Taylor ?; aktaran Sander 2006, 9.) mekanikliğinden kurtulmak isteği doğrultusunda, araştrmamızın içsel, dahası varoluşsal amaçlarından en önemlisi Öznelcilik’i merkeze alarak; fakat aşırı bir şahsîliğe düşmeden, konusunu izah edebilme gayretdir. Bu gayretn doğal bir sonucu olarak, makalemizde takip edeceğimiz metodun bir kanadını da “Hermenötk” oluşturmaktadır. Anlamanın anlamı üzerinde yoğun bir düşünce eylemi olarak gördüğümüz hermenötk, kelime anlamı itbariyle Grekçe hermeneien sözcüğünden türetlmiş olup; bildirme, çevirme, açıklama gibi anlamlara gelmektedir. (Özlem 2001, 245.) Tanrı Hermes’in ölümlülere haber taşıması kurgusundan hareketle, yukarıdan gelen meselli ve mecaz yüklü sözler, kelimesi kelimesine, özellikle dışsal ve kaba bir okumaya tâbi tutulursa, tam olarak anlaşılamayan şeylerdir. Hermes-Hermenötk ilişkisi bağlamında U. Eco’nun dikkatmizi çeken bir yorumu vardır: “ (…) Yunan dünyası sürekli olarak apeiron’un (sonsuzluk) çekiciliğine kapılmıştr. Sonsuzluk, modus’u olmayan şeydir. Norma sığmaz. Sonsuzluğun bü- yüsüne kapılmış olan Yunan uygarlığı, özdeşlik ve çelişmezlik kavramının yanı sıra, Hermes’in simgelediği sürekli başkalaşım fkrini geliştrir. Hermes uçucu ve ikianlamlıdır; bütün sanatların atasıdır ama aynı zamanda hırsızların Tanrısıdır –aynı anda hem iuvenis (genç) hem senex’tr (yaşlı). Hermes mitnde özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncünün olmazlığı ilkelerinin yadsındığını görüyoruz; neden zincirleri de helezonlar hâlinde kendi üzerine sarılıyor: “Sonra”, “önce”den önce geliyor, Tanrı Hermes uzamsal sınır diye bir şey tanımıyor ve aynı anda farklı kılıklarda farklı yerlerde olabiliyor. (Eco 2008, 43.) Makalemiz bağlamında değerlendirdiğimizde, “Hermenötk”i bir enstrü- man olarak kullanma gereği duyuyoruz. Çünkü inceden inceye anlamlandırma eylemi ve sembollerin çok yönlü doğası, çif yüzlü/dualistk bir eylemi öncelemektedir. Elbete bu yeni yorumlayış biçimi bazı tehlikeler de içermektedir.Gadamer, bu noktada şöyle der: “Her yeniden üretm öncelikle yorumdur ve bir yorum olarak düzeltlmeyi bekler. O aynı zamanda bu bakımdan da anlamadır.” (Gadamer 2008, XLV.) Öyleyse, tarihi ve akıp geçeni, hermenötk bir algılamaya tabi tutacaksak, dayandığımız bir tarih felsefemizin de olması icap etmektedir. Biz bu noktada tercih etğimiz tarih felsefemizi/anlama eksenimizi, zigzaglı ve hata helezonik, tekrar tekrar karışan ve biçimlenen, yani okuyucunun kendi evreninde yeniden kodladığı bir şey olarak tanımlıyoruz. Malumdur ki, öznelciliğin/Sübjektvizm ana üssü usûlen insanın hakiki ve gerçek zât (anlama ve idrak kabiliyet) olarak kabul edilirse, bu düşünce tarzında asâlet olan, yani hakikatlerin mihveri insandır. Oysa Nesnelcilik/Objektvizm, merkezine dış dünyanın bizzat gerçekliğini ve somutluğunu koyarak, insanı bir rasat alet olarak tasavvur etmektedir. (Şeriat 1998, 240-241.) Rasat alet olarak kalmak, bilimsel yazının zorunlu bir doğası olduğu kadar; hakikatlerin bir mihveri ve nüshası olarak insanın, bilgileri kendinden süzmesi de o derecede bir gerçekliktr.

Keywords

Abstract

East considered from the perspectve of the Enlightenment or Orientalism has been described as a cultural object that needs to be turned into a good one or disclosure of seductve woman’s herself, a land of delusion and illusion, an prophecy that not realized itself, and an imaginary land only created in other side’s mind by putng into the circle of otherizaton, which considers characterless except itself. Certainly, there is no directon in Space, and contrary to the extending universe; classifcatons/limitatons are such as to support mankind’s characteristc of pragmatc and his percepton of taking care of his tme only. However, East and West have referred to two poles, tow different reference point of which almost anyone can understand anything about himself. Contrary to East’s introverted characteristc, West has influenced other frst literally and then psycho-sociologically with a classifying mind, which gazes at other inquisitvely and ardently. Yet, since beginning, this dualist reasoning and its twofold structure, again and again, has lost its meaning in a complexity which is called real life.

Keywords