Demokrat Parti Dönemi Türkiye’sinDe Din, siyaset ve eğitim ilişkilerİi

Author :  

Year-Number: 2012-12
Yayımlanma Tarihi: 2018-11-05 11:06:49.0
Language : Türkçe
Konu :
Number of pages: 8-31
Mendeley EndNote Alıntı Yap

Abstract

Türkiye, Atatürk dönemi sonrasında bir yandan İkinci Dünya Savaşının etkisiyle ülke genelinde artan gelir dağılımındaki dengesizliklerle ve halkın büyük bir bölümünün hızlı bir şekilde karşı karşıya bırakıldığı yoksullaşma tehlikesiyle, öte yandan da tek part yönetminin eleştriyi dahi hoş görmeyen baskıcı uygulamalarıyla hayatn tahammül edilemez bir hal aldığı bunalımlı bir dö- neme girmişt. Bu koşulların doğal bir sonucu olarak ülkede sessiz, yüzeyden görülmeyen, fakat gitkçe güçlenen bir toplumsal muhalefetn ayak sesleri de duyulmaya başlamışt. Ancak mevcut siyasal teamüller, henüz bu muhalif kanadın temsilciliğine soyunanların örgütlü siyasal bir part çatsı altnda birle- şerek mecliste bir grup oluşturmasına imkân tanıyan hukuki bir düzenlemeye sahip olmadığı için kendisini tam anlamıyla ortaya koyamıyordu (Çavdar, 1983: 2063). 1940’lı yıllar, büyük ölçüde Türkiye’nin yeni sosyo-ekonomik düzeninde de artarak devam eden sosyal adaletsizliğe bağlı olarak, geniş toplumsal kesimlerin beklentlerinin karşılanamaması; mevcut devlet ideolojisinin, [Mardin’in (1995: 143–156) “Volk İslam” olarak tanımladığı ve halkın bizathi kendi özgün deneyimiyle bu coğrafyada şekillendirdiği, toplumsal hafzada içkin olan bir yaşam biçimini ya da dünya görüşünü temsil eden geleneksel, dinsel taleplerin1 ağırlıklı olduğu bir siyasal muhalefet hareket2 ile] meşruiyetnin sarsılmaya başladığı yıllar olarak nitelendirilebilir. Yükselen bu toplumsal muhalefetn iktdar partsi tarafndan da fark edilmemesi mümkün değildi. Nitekim bir anlamda yitrilen toplumsal dengenin yeniden kurulabilmesi için iki yola başvurulmuştur. Bunlardan ilki, Birinci Dünya Savaşı sırasında İthat ve Terakki hükümet tarafndan uygulanan savaş kazanç- ları vergisine benzer bir vergi olarak alınması karara bağlanan varlık vergisiydi. İktdarın bu hamlesi, tcaret ve sanayi çevrelerinin yönetme olan güvenini derinden sarsmışt. Dolayısıyla ekonomik gücü elinde bulunduran bu zümreler doğal olarak muhalefet safnda yerlerini almışlar ve el altndan ya da açıktan çeşitli yollarla bu hareket desteklemişlerdir (Çavdar, 1983: 2063). Nitekim artan muhalefet baskısı ilerleyen süreçte iktdar partsinin siyasi manevralarını da belirlemiştr. 1 Kasım 1945 tarihli konuşmasında İsmet İnönü, yönetm mekanizmasını günün değişen koşullarına uygun hale getrmek için tek partli sistemde önemli hukuki ve siyasi düzenlemeler yapmaya hazırlanıldığını ifade etmiştr. Konuş- ması bir anlamda, genel başkanı olduğu Cumhuriyet Halk Partsi adına bir özür niteliği taşımaktaydı. İnönü, sistemdeki temel eksikliğin, bir muhalefet partsinin yokluğu olduğunu kabul ediyor ve “memleketn ihtyaçları sevkiyle hürriyet ve demokrasi havasının tabii işlemesi sayesinde, başka siyasi partlerin de kurulması mümkün olacaktr” sözleriyle Türkiye’de yarışmaya dayalı çok partli siyaset dönemine geçilebileceğinin ilk sinyallerini vermekteydi (Ahmad, 1996: 22). Cumhuriyet Halk Partsi iktdarının ikinci önemli adımı da, çifçiyi topraklandırma kanunuyla atlmıştr. Bu yasa ile kırsal alandaki büyük toprak sahipleri lehine bozulan dengenin yeniden kurulması amaçlanıyordu. Fakat dönemin iktdarı bu icraatyla, karşısında büyük toprak sahiplerinin oluşturduğu güçlü bir muhalefet bulmakta gecikmeyecekt. Böylece, değişen toplumsal ve ekonomik dengeler netcesinde, muhalefet partsinin, yeni dönemde, hem kentlerde, hem de köylerde, desteğini alacağı sosyal sınıfların hüviyet de bütün açıklığı ile ortaya çıkmış olmaktaydı. Oy desteğini ise potansiyel bir güç haline gelmiş olan yığınların bağrındaki toplumsal muhalefet3 sağlayacakt (Çavdar, 1983: 2063). Toprak Kanunu’nun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülmesi sırasında, Cumhuriyet Halk Partsi içinde Atatürk Dönemi’nin son başbakanı Celal Bayar’ın öncülüğünü yaptğı bir gurup milletvekili yasaya karşı çıkmıştr. Ayrıca Celal Bayar, Aydın milletvekili Adnan Menderes, İçel milletvekili Refk Koraltan, Kars milletvekili Fuat Köprülü’den oluşan bu dört milletvekili Türk siyasi tarihinde “Dörtlü Takrir” olarak bilinen bir belgeyle toprak kanununa karşı oldukları- nı kamuoyuna da açıklamışlardı. Bu arada hareketn öncülüğünü yapan Celal Bayar partsinden istfa etmişt. Bu gelişmeleri dikkate alan Cumhuriyet Halk Partsi, part meclisi ise dörtlü takrire imzalarını koyan diğer milletvekillerinin partyle ilişkilerini kesmiştr. İşte Cumhuriyet Halk Partsi’nden ayrılan bu grup, 7 Ocak 1946 tarihinde Celal Bayar’ın önderliğinde Demokrat Part adında yeni bir siyasi part kurmuşlardır. Böylece Türkiye’nin siyasal ve toplumsal tarihinde önemli kilometre taşlarından biri sayılan, çok partli demokratk yaşama resmen geçilmiş olunmaktaydı (Başar, 1992: 89). Bu dönemde Cumhuriyet Halk Partsi, mevcut politk tutumunu, kendi siyaset anlayışı çerçevesinde çizdiği sınırlar dâhilinde demokratlaştrma çabası içine girmişt. Ancak çok ileri adımlar, part içinde bazı tepkilere neden olmaktaydı. Partnin ileri gelenlerine göre bilhassa din konusunda “halkın ihtyaçlarını karşılamak” adı altnda zaten geriye dönüşün teşviki anlamına gelebilecek birtakım tavizler verilmişt. Bazılarına göre Cumhuriyet Halk Partsi’nin oy sıkıntsı, bu durumla ilişkiliydi. Dolayısıyla part, bir reform sürecinden geçirilmeliydi. Reform ise doğrudan doğruya din eğitmi alanındaki politkaların belirlenerek hayata geçirilmesi yoluyla gerçekleştrilmeliydi. Demokrat Partnin henüz korkudan açıkça ele alamadığı bu “din eğitmi” bayrağı, Cumhuriyet Halk Partsi’nin eline verilirse, oyların eski partye akacağı öngörülmekteydi (Toker, 1998: 169). 1949 yılının Ocak ayında Şemsetn Günaltay’ın başbakan olması, Cumhuriyet Halk Partsi’nin Demokrat Part’den ayırt edilemeyecek ölçüde liberal bir çizgiye kayacağının sinyallerini vermekteydi. Fakat halk kitleleri arasında tek part yönetmine karşı yıllardır biriken tepkiler4 ve İkinci Dünya Savaşı döneminde çekilen yoksunlukları, hükümetn kötü yönetmine yorma eğilimi, bu ödünlere bakmayıp, 14 Mayıs 1950’de iktdarı devirmiştr. 1950 yılının Nisan ayı sonlarında açıklanan aday listelerinde Cumhuriyet Halk Partsi’nin milletvekillerinden beşte ikisinin geri çekilerek ortaya yeni adlar koyması da bu akıbet önleyememiştr (Tunçay, 1983: 1977).

Keywords

Abstract

In this artcle, the relatonship between the social, economic, cultural and politcal demands of the masses and the religious policy of the Democratc Party is discussed in terms of the practces on religious educaton in the mult-party democratc phase in Turkey which is accepted as one of the most important turning points in Turkish politcal history. During the period of Democratc Party government, relatvely more “reasonable” and non-coercive management approach, dominated the politcal process and the state waivered of the extreme applicatons of secularism in the bureaucracy and everyday life. Also the needs and habits of the broad sectons of the people, which is regarded as freedom of religion and conscience, shaped the policies. However all these democratc achievements, during the period of mult party democratc phase, a populist policy traditon was shaped. In terms of this attude, the traditonalist conservatve oppositon in Turkey was seen as a vote potental by partcipatng politc partes in the competton. Thus, in order to gain the politcal support of this sector, religion was politcized by these politc actors.

Keywords


  • (**) Bu makale, 1-3 Ekim 2012 tarihleri arasında Sinop Üniversitesi tarafından düzenlenen “Uluslararası Türk Kültür Coğrafyasında Eğitim Bilimleri AraştırmalarıSempozyumu”nda sunulan sözlü bildiriye dayalı olarak hazırlanmıştır.

  • 1. Özellikle katılımcı ve yarışmacı bir siyasi hayata geçerken bu istekler önem kazanmış ve ağırlıklı politik faktör haline gelmiştir. Dolayısıyla bu sosyo-politik ve sosyo-ekonomik koşullar karşısında iktidarın tek siyasi hâkimi olan Cumhuriyet Halk Partisi, din ve laiklik ile ilgili yorumunu yenilemek ve din konusunda daha liberal bir politika izlemek durumunda kalmıştır. Bu bağlamda, 24 Aralık 1946 tarihinde, çok partili siyasal hayata geçildiği yılda, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ele alınan ilk konulardan biri “din eğitimi” olmuştur (Koştaş, 1999: 192).

  • 2. Cumhuriyet Halk Partisi, 1923’ten itibaren 20 yıl boyunca, halka tepeden devrimci de- ğişmeler dayatmıştı. Bu değişmeler, ölü bir devleti canlı bir ulus devlete dönüştürmek açısından önemli görülmüştü, fakat bunlar sıradan halkın yaşamında hiçbir önemli iyileşmeye yol açmamış aksine onları Kemalist rejime yabancılaştırmıştı. 1945 sonrasında artık kırılma noktasına kadar gerilmiş olan ve gün geçtikçe daha da güçlenerek sesini yükselten toplumsal muhalefet, bu yabancılaşmanın bir tezahürüydü (Ahmad, 1996: 23).

  • 3. Demokrat Parti’yi kuran ve destekleyenler, Batılı anlamda bir burjuvazi sınıfı olmamıştır. Ağalar, büyük toprak sahipleri, özellikle kasaba eşrafı ve 1946’dan beri sürekli büyümekte olan dini guruplarla, Türkiye koşullarında oluşan ticaret ve sanayi kesimlerinden oluşmaktaydı. Öte yandan Demokrat Partinin hitap alanı değişik, hatta bazen birbiriyle çelişen görüş ve menfaatlere yönelik halkçı nitelikte bir karışımı temsil ediyordu: Liberalizm, dini özgürlük, çiftçilere devlet desteği ve daha iyi hayat koşulları gibi. Seçim tabanı, Cumhuriyet Halk Partisi’ne karşı duyulan husumetle bir araya getirilmiş fazla sağlam olmayan bir koalisyondan oluşmaktaydı (Kaçmazoğlu, 1998: 24-25).

  • 4. Çok partili yaşama geçişle birlikte, Meşrutiyet dönemi İslamcılığının devamı sayılabilecek muhafazakâr ve İslamcı akım, devrimin temel ilkelerine yönelik olarak, karşı devrimci bir tutum takınan çeşitli partiler şeklinde örgütlenmişlerdi. 1945 Temmuz’undan Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1950 Mayıs’ına kadar, Türkiye’de 24 siyasal parti ve kuruluş ortaya çıkmıştır. Beş yıl gibi kısa bir süre içinde örgütlenen bu kuruluşlar, çoğunlukla yaygın bir gelişme olanağı bulamamakla birlikte, programlarında din ve geleneklerin savunuculuğuna yer vermiş olmalarıyla dikkat çekmekteydiler (Duman, 1999:63).

  • 5. Ancak, Arapça ezan mecburi kılınmamış, sadece onun üzerindeki mevcut yasak kaldırıla- rak, tercih, din adamlarına bırakılmıştır. Yasağın kaldırılması sırasında, Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerinin de bu kanunu destekledikleri görülmüştür. 7 Temmuz 1950 tarihinden itibaren Ramazan ayında sabah ve akşam, her biri on dakika olmak üzere günde iki defa, diğer aylarda ise haftada bir defa Cuma sabahları olmak üzere radyodan dini yayın yapılmasına izin verilmiştir (Kaçmazoğlu, 1998: 73).

  • 6. Demokrat Parti’nin bu icraatları, muhafazakâr, dindar çevrelerde geniş yankı uyandırmak- ta idi. 16 Haziran 1950’de, ezanın yeniden Arapça olarak okutulmasının kabul edilmesiyle İslamcı yayın organları Demokrat Parti’yi görülmedik bir şekilde yüceltme çabasına girişmişlerdi. Bu değişiklik, “muazzam bir inkılap”; “inkılabı ilahi”; “zalimane ve kafirane zihniyetin hurdahaş edilmesi” ve “putperestlik devrinin yıkılması” olarak yorumlanırken, Türk Milletinin tek parti dönemindeki bütün baskılara rağmen “ilahi imtihanını” başarıyla geçtiği ve ezanın tekrar Arapça okunmasına karar verilmesiyle de “Türk Milletinin imanına sadık kaldığının kanıtlandığı” belirtilmişti. Ezanın yeniden Arapça okunmasının kabul edilmesiyle Demokrat Parti’ye büyük destek verilirken, öte yandan, bu partinin iktidara gelmesi Müslümanların Mekke’yi ele geçirmeleriyle özdeşleştiriliyordu: “Hazreti Peygamber Mekke’yi fethedip de Kabe-i Muazzamayı putlardan temizlediği zaman Müslümanlar ancak bu kadar heyecan içindeydiler” (Edip, 1950: 104-106’dan aktaran Duman, 1999: 38) Başbakan Menderes’in Demokrat Parti İzmir il kongresinde: “Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılap softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı Arapçalaştırdık (...) Türkiye bir Müslüman devletidir ve Müslüman kalacaktır. Müslümanlığın bütün icapları yerine getirilecektir.” şeklindeki konuşması da, İslamcı çevrelerin desteğinin artmasında önemli bir etken olmuştur. Sebilürreşad dergisi ise dönemin başbakanının bu sözleri ile ilgili olarak: “27 senedir hiçbir hükümet reisi Müslümanlık hakkında bu kadar yüksek bir sevgi ve alaka göstermemiştir. Bu, ilahi bir mazhariyettir” derken, Necip Fazıl Kısakürek de Büyük Doğu dergisinde Adnan Menderes’e şöyle seslenmekteydi: “Böyle bir sözü, hem de bugünkü şartlar içinde söyleyebilecek başbakanın kölesi olduğumuzu söylemekten şeref duyarız (...) Tekrar ediyoruz; partinize, siyasi muhitinize, kabinenize, tezatlarınıza ve hatıra gelen ve gelmeyen her şeyinize rağmen, en saf ve halis tarafından azat kabul etmez köleliğimizi kabul buyurunuz! (...)” (Kısakürek, 1951:2’den aktaran Duman, 1999: 40-41).

  • 7. Tarikatlara verilen destek esas olarak Demokrat Parti’nin anti laik tutumu benimseyen bir politik anlayışı temsil ettiği anlamını taşımamaktadır. Bu durum, çeşitli dini grupların verdiği politik desteğe bir karşılık olarak, cemaatlerin ve tarikatların dini faaliyetleri üzerindeki rejim baskısının hafifletilmesi olarak değerlendirilebilir (Şaylan, 18-19). Nitekim Başbakan Menderes’in 1952 yılında yaptığı bir konuşmada: “İnkılap kanunları halk tarafından benimsenmemişse, jandarma zoruna dayanacaksa, milli vicdanın hilafına olan bu kurumları kaldırmak demokratik idarenin başta gelen vazifesi olmak icap eder” demek suretiyle, büyük ölçüde geleneksel, dindar çevrelerin kendilerinden talep ettiği çözümlere ilişkin desteğini ifade etmiştir.

  • 8. Meseleye dinin toplumsal fonksiyonları ve rolleri açısından yaklaştığımızda Halk Partisi- ne oranla daha liberal bir tutum sergilemiş bulunan Demokrat Parti iktidarının, temelde Atatürkçü laiklik anlayışına sahip çıkmaya çalıştığı da görülmektedir. Adnan Menderes’in başbakan olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okuduğu 29.05.1950 tarihli hükümet programında görülen “millete mal olmuş” ve “olmamış” inkılaplar ayrımının aslında çok partili siyasal yaşama geçiş (demokrasi) süreci içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Demokratik olmak iddiasını taşıyan bir yapı içinde, sosyal dirençle karşılanmış değişiklikleri devlet zoruyla uygulamanın yeri olamazdı. Neticede tabandan gelen baskı ile 16 Haziran 1950 tarihli ve 5665 sayılı kanunla Arapça ezan yasağı kaldırılmış ve din dersleri Ekim 1950’de yapılan bir değişiklikle, isteğe bağlı kalmak şartının devam etmesiyle birlikte, programın bir parçası durumuna getirilmişti (Koştaş, 1999: 194).

  • 9. Demokrat Parti’nin geçmişi tasfiye yolunda attığı önemli adımlardan biri de 14 Temmuz 1950’de mecliste kabul edilen genel af kanunudur. Çıkarılan bu kanunla Halk Partisi döneminde işlenmiş bütün suçlar af kapsamına alınmaktaydı (Aybars, 2000: 107-108).

  • 10. 1952 yılında Samsun Ağır Ceza Mahkemesinde Said-i Nursi aleyhine dava açılması, aynı yıl, Büyük Doğu dergisinin başyazarı Necip Fazıl Kısakürek’in dergide yayımladığı ve toplu basım mahkemesi tarafından laikliğe aykırı bulunan bir yazısından ötürü 9 ay 12 gün mahkûmiyete çarptırılması, Samsun milletvekili Hasan Fehmi Ustaoğlu’nun, Samsun’da yayınlanan Büyük Cihad gazetesinin 3 Ekim 1952 tarihli sayısında çıkan ve laik devlet düzenine karşı hıncını belirttiği “Milletin Atatürk İnkılabına Medyun Bulunduğu İddiası Asla Doğru Değildir” başlığını taşıyan yazısından ötürü, 9 Aralık 1952 tarihinde Demokrat Parti’den ihracına karar verilmesi, 5 Mart 1953’te Sebilürreşad dergisinin başyazarı Eşref Edip’in dergide yayınlanan “Kara İrtica, Sarı İrtica, Kızıl İrtica” başlıklı makaleden dolayı 5 ay hapis cezasına mahkûm edilmesi, 25 Temmuz 1951’de Ticanilerin gittikçe artan eylemlerine ve en sonunda faaliyetlerine Atatürk heykellerinin kırılmasını eklemeleri üzerine “5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun” un çıkarılmasına ve bu kanun gereğince Ticani şeyhi Kemal Pilavoğlu’nun yargılanarak 15 yıl ağır hapis cezasına mahkûm edilmesine karar verilmesi, 24 Temmuz 1953’de, siyasi veya kişisel nüfuz ya da çıkar sağlamak amacıyla dini veya dini hisleri yahut dince kutsal tanıtılan şeyleri veya dini kitapları alet ederek her ne şekilde olursa olsun propaganda yapan veya telkinde bulunan kişilerle, bu fiillere katılan derneklere yönelik cezai yaptırımların düzenlendiği 6187 sayılı “Vicdan ve Toplanma Hürriyetinin Korunması Hakkında Kanun”un çıkarılması gibi siyasi ve hukuki gelişmeler Demokrat Partinin aşırı dinci akımlara ödün vermediğinin ve Cumhuriyet Halk Partisi ile özde çok farklı olmadıklarının göstergeleri olarak değerlendirilebilir (Öztemiz, 1997: 64–65; Tarhanlı, 1993: 27–28). Reformlara meydan okuyanlarla mücadele için hükümete, daha büyük yetkiler veren Atatürk kanununun 25 Temmuz 1951’de mecliste kabul edilmesi, hükümetin niyetleri ile ilgili bütün kuşkuların giderilmesi açısından önem arz etmekteydi. Şubat 1952’de basın, Kemalist geleneği ve reformları korumak için “Türk Devrim Ocakları” denilen ve bütün partilerden oluşan bir örgütün kurulacağını duyurmuştur. Bu örgütte, Millet Partisi’nden Yusuf Hikmet Bayur, Cumhuriyet Halk Partisi’nden Yavuz Abadan ve Behçet Kemal Çağlar ve Demokrat Parti’den Fethi Çelikbaş ile Avni Başman da vardı (Ahmad, 1996:366).

  • 11. Demokrat Parti’nin gelenekçi-İslamcı çevrelere yakınlaşması neticesinde, tek parti döne- minin din konusundaki uygulamalarını oldukça ağır bir dille eleştiren yayın organlarının başında bulunan Sebilürreşad ve Büyük Doğu dergilerinin faaliyetlerinde de artışlar gözlenmiştir. Bu gurupta yer alan dergi ve yazarlarına göre, yirmi yedi yıldır Türk milletinin, “Türk düşmanı ve insanlık düşmanı vahşet ve istibdat devrinde Türk milletine yapılan maddi ve manevi zulüm ve haksızlığın benzeri tarihin hiçbir devrinde ve hiçbir millete kendi hükümeti tarafından” yapılmamıştır. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı din düşmanı olduğu için dine baskı yapmıştır. Mekteplerden din dersleri kaldırılmış, imam hatip yetiştiren müesseseler kapatılmış, dini tedrisat yok edilmiştir. Türkiye tek parti diktası zamanında din aleyhtarı bir politika izlemiştir (Kaçmazoğlu, 1998: 93).

  • 12. 1950’lerde Türkiye’sinde dinsel içerikli tartışmaların yeniden alevlenerek gündeme geliş nedenlerinden biri de dış ilişkilerde benimsenen Amerikan hayranlığı ve Rus düşmanlığının, Amerika-Rusya kutuplaşmasında Amerika lehine iç politikaya yansımasının ideolojik etkileriydi. Bu dönemde, Amerika dine saygı gösteren, hoşgörü besleyen bir millet, Sovyetler Birliği ise, din ve namus düşmanı bir devlet olarak halka propaganda edilmiştir. Komünistlik, dinsizlik ve namus düşmanlığıdır. Amerika, komünizmin en büyük düşmanı ve Türkiye’nin en önemli müttefikidir. Üstelik dinine bağlı bir toplum-devlettir, yemin İncil üzerine yapılmaktadır. Öyle ise, bizde de dine daha fazla önem verilmeli ve laiklik ilkesi altında komünizme ve din düşmanlığına asla izin verilmemelidir. Bir başka anlatımla, siyasal ve toplumsal söylemde Sovyet yanlılığı dinsizlik ve vatan düşmanlığı olarak telakki edilirken, Amerikan hayranlığı ise dindarlık ve vatanseverlikle eş anlamlı bir hal almıştı (Kaçmazoğlu, 1998:68).

  • 13. Halkın din derslerine gösterdiği ilgiyi, Howard A. Reed’in gözlemleri de çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır: “İşte bu din dersleri, halktan bilhassa köylü vatandaşlardan derhal muazzam bir alaka gördü. Hâlbuki daha evvel aynı köylerde, ne öğretmenlerin gayreti, ne jandarmanın dipçiği, ne de kanuni mecburiyetler birçok öğrenciyi, bahusus kız talebeleri okula sokmaya muvaffak olamamıştı. Nihayet 1953 yılında öğretmenleri verdikleri raporlarda bütün Türkiye köylerinde öğrencilerin okula devamındaki artışı sağlayan en büyük amilin, ilkokullarda tekrar okutulmaya başlanan din dersleri olduğunu ortaya koydu. Bu hususu bana, 1954 senesinde çeşitli köylerde yaptığım görüşmelerde birçok öğrenci velisi ile öğrenciler de ifade ettiler” (Yavuz, 1991: 142).

  • 14. Adnan Menderes 29 Mayıs’ta mecliste hükümet programını okurken din eğitimi hakkında şu cümleleri kullanmıştır: “İrticai tahrike asla müsaade etmemekle beraber din ve vicdan hürriyetinin icaplarına riayet edeceğiz. Hakiki laikliğin manasını biz böyle anlamaktayız. Programımızda da sarahatten ifade edildiği gibi hakiki lâikliği dinin devlet siyasetiyle hiçbir ilgisi bulunmaması ve hiçbir din düşüncesinin kanunların tanzim ve tatbikinde müessir olmaması şeklinde anlıyoruz. Bu itibarla gerek din dersleri meselesinde gerekse din adamlarını yetiştirecek yüksek müesseselerin faaliyete geçmesi hususunda icabeden tedbirleri süratle ittihaz etmek kararındayız”. (TBMM Tutanak Dergisi, 1950:31). Recep Peker ise çocukların din eğitimini cahil yobazların eline verilmemesi düşüncesinden hareketle devletin bu işe el atması gerektiğini fikrini savunmaktaydı: “Çocuklarına din bilgisi vermek imkânından mahrum durumda olan büyük ekseriyetinin, 20 milyon Müslüman vatandaşın arzu ve taleplerini göz önünde almak, memleket gençliğinin ahlâkiyatı bakımından nesillere şamil sağlam bir destek bulmak vazifesiyle karşı karşıya bulunan devletin, acaba bir hizmet olarak bu imkânı sağlamağa çalışması icap etmez mi? Ve bu hizmetten müstağni kalabilir mi?” (5. Milli Eğitim Şurası, 7. Birleşim 5-17, Şubat 1953 s. 409).

  • 16. Örneğin iktidar partisine yakınlığıyla bilinen felsefe profesörü Vehbi Eralp din dersleri ko- nusundaki eleştirilerini şu cümleleriyle bildirmekteydi: “Laik olan devlet, din derslerini mecburi yapamaz. Bunu yapmak vicdan özgürlüğünü çiğnemek olur. Bu derslere ancak isteyen devam edebilir. Lâikliğin icabı olarak bu dersleri gösterecek olanlara ücret, devlet bütçesinden değil, dersi gören çocukların ana-babaları tarafından ödenmelidir” (Bilgin, 1980:58). Bir dönem Demokrat Parti’nin siyaset ve hukuk danışmanlığını da üstlenmiş olan Ali Fuat Başgil ise “…vicdan hürriyeti, ferdin hiçbir muayyen din ve mezhebe inanmağa ve akidelerini benimsemeye zorlanmaması demektir… Mademki ana babalar çocuklarına dini terbiye vermek ve onları hayat yolunda din maneviyatıyla teçhiz etmek hakkında maliktirler, o halde böyle bir terbiye vermeyi bil fiil –temin etmek demiyorum- mümkün kılmak ve bu hususta ana babalara yardım etmek de devletin vazifesidir. Çocuk velilerinin kanunen hakkı olan din terbiyesini devletin fiili imkânlar vermesi, laikliğe aykırı olmak şöyle dursun, devlet için bir borçtur. Bizde devlet bu borcu ödemiş midir? Bu memleketin Müslüman halkına yirmi küsur seneden beri reva görülen hakaret ve zoru unutmamış olanlarca bu suale müspet cevap vermek mümkün değildir” (Başgil, 1950:1,3). demek suretiyle Türkiye’nin din ve vicdan özgürlüğü konusundaki olumsuz tecrübelere eleştiriler getirmekteydi. Öte yandan Ehl-i Sünnet Dergisindeki köşesinde “Adnan Menderes’e Açık Mektup” başlığıyla yayınladığı yazısında Abdürrahim Zapsu da CHP’nin din mevzuunda önceden yaptığı atılımların (İmam-Hatip Kursları ile İlahiyat Fakültesi’nin açılması, İlk mekteplere din derslerinin konulması) tamamen “göz boyatıcı ve aldatıcı” olduklarını ifade etmiştir: “Bu memleket otuz seneden beri din hislerinden ve dinî kültürden tamamen tecrit edilmiştir. Din âlimleri birer birer imha edilmiş veyahut tahkir veya tezyif edilerek tebdili mesleğe mecbur edilmiştir. Din elemanı yetiştirecek ilmî müesseseler kapatılmış bulunduğu için görülen şu elemli hali tasvire lüzum bile görmüyorum” diyerek memleketin “büyük bir fetret devri”nden geçtiğini belirtmiştir (Zapsu, 1950:86). Ulus Gazetesi yazarlarından Nurettin Artam da zorunlu din öğretiminin laikliğe aykırı olduğunu söyleyerek gerekçesini de şöyle izah etmiştir: “Lâiklik, dinsizlik, din düşmanlığı demek değildir. Fakat dindarlığı dinlerin çeşitli yollarını, mezheplerini olduğu kadar dinsizliği de hoş görmek, vatandaşları inanışlarında vicdanlarıyla baş başa bırakmak manasına gelir. Laik olduğunu henüz inkâr etmemiş bir memlekette din dersi, mecburî olarak okullara konulamaz? Sa- vunmak istediğim nokta budur” (Ak, 1950:222-223).

  • 17. Bakanlar Kurulu kararı gereğince 1950–1951 ders yılından itibaren ilkokulların 4. ve 5’inci sınıflarında okutulacak din dersleri hakkında toplanan İlmi Heyet’in çalışmalarına dayanarak Bakanlar Kurulu tarafından da kabul edilen ve Bakanlıkça yayınlanan genelge şu şekilde olmuştur. 1-Türk çocuklarının diğer ihtiyaçlarına olduğu gibi dini ihtiyaçlarına da cevap vermek üzere ilkokullarda din öğretimi yapılması ve bu derslerin diğer dersler arasına alınması uygun görülmüştür. 2- Bakanlıkça bastırılmış olup 1950 ders yılı kitap listesine alınmış olan ilkokul din dersleri kitapları şimdilik uygun görülmüştür. 3- Bu hususta öğretmenlere rehber olarak bir kitabın hazırlatılması kararlaştırılmıştır. 4- Çok öğretmenli ilkokullarda din derslerinin bu dersleri bilhassa okutmak isteyen öğretmenlere verilmesi, bunlar da çok olduğu takdirde içlerinden daha yaşlılarının tercih edilmesi muvafık bulunmuştur. 5- Çocuklarına din dersleri okutmak istemeyen ebeveyn bu hususu sene başında okul idaresine yazı ile bildirdiği takdirde bu çocukların din dersleri ve imtihanlarından muaf tutulması kabul edilmiştir (Zafer Gazetesi, 1950:4).

  • 18. Hızlandırılmış imam hatip kurslarının din adamı yetiştirilmesinde yetersiz kaldığı gerek- çesiyle 13 Ekim 1951 tarihli ve 601 sayılı müdürler komisyonu kararıyla 1951 yılı içinde Ankara, İstanbul, Adana, Isparta, Maraş, Konya ve Kayseri’de birer imam hatip okulu açılmıştır, 1953’te Antalya, Erzurum, İzmir, Tokat, Trabzon, Çorum, Elazığ ve Yozgat’ta açılan okullarla sayı 15’i bulmuştur (Kaplan, 1999:224; Koştaş, 1999:194). Kaynaklar

  • Ahmad, Feroz. (1996). Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945–1980). (Çev. Ahmet FETHİ) İstanbul: Hil Yayınları.

  • Ak, Mustafa. (1950). “Mecburi Din Öğretimi Laikliğe Aykırı mıdır?”. Sebilürreşad Dergisi, (89). İstanbul: Kardeşler Matbaası. C. 4. s. 222-223.

  • Akyüz, Yahya. (1997). Türk Eğitim Tarihi. İstanbul: İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları.

  • Aybars, Ergün. (2000). Ulusal, Laik, Sosyal, Hukuk Devleti, Atatürkçülük ve Modernleşme. İzmir: Ercan Kitabevi.

  • Başar, Erdoğan. (1992). “Demokrat Parti Dönemi Eğitim Hareketleri”, Eğitim, (1). Ankara: Milli Eğitim Basımevi. s. 88–123.

  • Başgil, A. Fuat. (1950). “Mekteplerde Din Dersleri”, Zafer Gazetesi. No: 545, 30 Ekim 1950, s.1-3.

  • Beşinci Milli Eğitim Şurası, 7. Birleşim, 5-17 Şubat 1953, s. 409.

  • Bilgin, Beyza. (1980). Türkiye’de Din Eğitimi ve Liselerde Din Dersleri. Ankara: Emel Matbaası.

  • Bolay, Süleyman Hayri. (1981). “Yüksek Öğretimde Din Eğitimi”, Milli Eğitim ve Din Eğitimi. İstanbul.

  • Çavdar, Tevfik. (1983). “Demokrat Parti”. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi. İstanbul: İletişim Yayınları. Cilt: VIII, s: 2060–2075.

  • Dilaver, H. Hüseyin. (2000). “Türkiye’de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersinin Hukuksal ve Uy- gulama Boyutu”, Türkiye’de ve Almanya’da İslam Din Dersi Tartışmaları. (Edt. Hasan COŞKUN ve Diğerleri). Ankara: Konrad Adenauer Vakfı Yayınları. s: 51–57.

  • Din Derslerine Dair Tebliğ. (1950). Zafer Gazetesi. No:551. 5 Kasım. s. 4.

  • Duman, Doğan. (1999). Türkiye’de İslamcılık. İzmir: Dokuz Eylül Yayınları.

  • Güngör, Erol. (1999). Dünden Bugünden Tarih-Kültür ve Milliyetçilik. İstanbul: Ötüken Neşri- yat.

  • Kaçmazoğlu, H. Bayram. (1998). Demokrat Parti Dönemi Toplumsal Tartışmaları. İstanbul: Birey Yayıncılık.

  • Kaplan, İsmail. (1999). Türkiye’de Milli Eğitim İdeolojisi. İstanbul: İletişim Yayınları.

  • Kara, İsmail. (1998). Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi. 3. Cilt. İstanbul: Kitabevi Yayınları.

  • Kaymakcan, Recep. (2006). “Türkiye’de Din Eğitimi Politikaları Üzerine Düşünceler”, Ekev Aka- demi Dergisi, (27). Erzurum: s. 21-36.

  • Kongar, Emre. (1995). İmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal Yapısı. İstanbul: Rem- zİ Kitabevi. Cilt: I-II.

  • Koştaş, Münir. (1990). “Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fa- kültesi Dergisi. Cilt: 31. s. 1-27.

  • Koştaş, Münir. (1999). “Türkiye’de Laikliğin Gelişimi (1920’den Günümüze Kadar)”, İlahiyat Fa- kültesi Dergisi, Cumhuriyetin 75. Yıl Dönümüne Armağan, Özel Sayı. Ankara Üniversitesi Basımevi, s: 185–196.

  • Mardin, Şerif. (1995). Din ve İdeoloji. İstanbul: İletişim Yayınları.

  • Mardin, Şerif. (1992). Bediüzzaman Said Nursi Olayı, Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal De- ğişim. İstanbul: İletişim Yayınları.

  • Mert, Nuray. (2001). “Cumhuriyet Türkiyesi’nde Laiklik ve Karşı Laiklğin Düşünsel Boyutu’’. Mo- dern Türkiye’de Siyasi Düşünce; Kemalizm. İstanbul: İletişim Yayınları. Cilt: II, s: 197209.

  • Milli Eğitim Bakanlığı Tebliğler Dergisi (7 Şubat 1949), C.11, Sayı 524.

  • Milli Eğitim Bakanlığı Tebliğler Dergisi (20 Kasım 1950), C.13, Sayı 617.

  • Özek, Çetin. (1962). Türkiye’de Laiklik, Gelişim ve Koruyucu Ceza Hükümleri. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları

  • Öztemiz, Mutay. (1997). Cumhuriyet Döneminde Devletin Din Politikaları. İstanbul: Pencere Yayınları.

  • Sarıbay, A. Yaşar. (1995). Postmodernite, Sivil Toplum ve İslam. İstanbul: İletişim Yayınları.

  • Sarıbay, A. Yaşar. (1998). “Türkiye’de Demokrasi ve Sivil Toplum”, Küreselleşme, Sivil Toplum ve İslam. (Der: A. Fuat Keyman ve A. Yaşar Sarıbay). s. 88–110. Ankara: Vadi Yayınları.

  • Sitembölükbaşı, Şaban. (1995). Türkiye’de İslam’ın Yeniden İnkişafı. (1950–1960). İstanbul: İsam Yayınları.

  • Sunar, İlkay. (1983). “Demokrat Parti ve Popülizm”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi. İstanbul: İletişim Yayınları. Cilt: VIII, s: 2076-2088.

  • Tanör, Bülent. (2000). Kurtuluş, Kuruluş. İstanbul: Cumhuriyet Kitapları.

  • Tarhanlı, İştar. (1993). Müslüman Toplum “Laik” Devlet, Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı. İstanbul: Alfa Yayınları.

  • TBMM Tutanak Dergisi, Dönem 9, C.1, Birleşim 3, 29.5.1950, s. 31.

  • Toker, Metin. (1998). Demokrasinin İsmet Paşalı Yılları, Tek Partiden Çok Partiye. (1944-1950). Ankara: Bilgi Yayınevi.

  • Tunaya, T. Zafer. (1996). Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri. İstanbul: Arba

  • Tunçay, Mete. (1983). “Siyasal Gelişmelerin Evreleri”. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedi- si. İstanbul: İletişim Yayınları. Cilt: VII, s: 1967-1990.

  • Turan, Osman. (1993). Türkiye’de Manevi Buhran: Din ve Laiklik. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.

  • Yavuz, Hulusi. (1991). Osmanlı Devleti ve İslamiyet. İz Yayınları. İstanbul.

  • Zapsu, Abdürrahim. (1950). “Adnan Menderes’e Açık Mektup”. Ehli Sünnet Dergisi. İstanbul: Sıralar Matbaası. Cilt: 4, Sayı: 86 .

                                                                                                                                                                                                        
  • Article Statistics