Türkiye, Atatürk dönemi sonrasında bir yandan İkinci Dünya Savaşının etkisiyle ülke genelinde artan gelir dağılımındaki dengesizliklerle ve halkın büyük bir bölümünün hızlı bir şekilde karşı karşıya bırakıldığı yoksullaşma tehlikesiyle, öte yandan da tek part yönetminin eleştriyi dahi hoş görmeyen baskıcı uygulamalarıyla hayatn tahammül edilemez bir hal aldığı bunalımlı bir dö- neme girmişt. Bu koşulların doğal bir sonucu olarak ülkede sessiz, yüzeyden görülmeyen, fakat gitkçe güçlenen bir toplumsal muhalefetn ayak sesleri de duyulmaya başlamışt. Ancak mevcut siyasal teamüller, henüz bu muhalif kanadın temsilciliğine soyunanların örgütlü siyasal bir part çatsı altnda birle- şerek mecliste bir grup oluşturmasına imkân tanıyan hukuki bir düzenlemeye sahip olmadığı için kendisini tam anlamıyla ortaya koyamıyordu (Çavdar, 1983: 2063). 1940’lı yıllar, büyük ölçüde Türkiye’nin yeni sosyo-ekonomik düzeninde de artarak devam eden sosyal adaletsizliğe bağlı olarak, geniş toplumsal kesimlerin beklentlerinin karşılanamaması; mevcut devlet ideolojisinin, [Mardin’in (1995: 143–156) “Volk İslam” olarak tanımladığı ve halkın bizathi kendi özgün deneyimiyle bu coğrafyada şekillendirdiği, toplumsal hafzada içkin olan bir yaşam biçimini ya da dünya görüşünü temsil eden geleneksel, dinsel taleplerin1 ağırlıklı olduğu bir siyasal muhalefet hareket2 ile] meşruiyetnin sarsılmaya başladığı yıllar olarak nitelendirilebilir. Yükselen bu toplumsal muhalefetn iktdar partsi tarafndan da fark edilmemesi mümkün değildi. Nitekim bir anlamda yitrilen toplumsal dengenin yeniden kurulabilmesi için iki yola başvurulmuştur. Bunlardan ilki, Birinci Dünya Savaşı sırasında İthat ve Terakki hükümet tarafndan uygulanan savaş kazanç- ları vergisine benzer bir vergi olarak alınması karara bağlanan varlık vergisiydi. İktdarın bu hamlesi, tcaret ve sanayi çevrelerinin yönetme olan güvenini derinden sarsmışt. Dolayısıyla ekonomik gücü elinde bulunduran bu zümreler doğal olarak muhalefet safnda yerlerini almışlar ve el altndan ya da açıktan çeşitli yollarla bu hareket desteklemişlerdir (Çavdar, 1983: 2063). Nitekim artan muhalefet baskısı ilerleyen süreçte iktdar partsinin siyasi manevralarını da belirlemiştr. 1 Kasım 1945 tarihli konuşmasında İsmet İnönü, yönetm mekanizmasını günün değişen koşullarına uygun hale getrmek için tek partli sistemde önemli hukuki ve siyasi düzenlemeler yapmaya hazırlanıldığını ifade etmiştr. Konuş- ması bir anlamda, genel başkanı olduğu Cumhuriyet Halk Partsi adına bir özür niteliği taşımaktaydı. İnönü, sistemdeki temel eksikliğin, bir muhalefet partsinin yokluğu olduğunu kabul ediyor ve “memleketn ihtyaçları sevkiyle hürriyet ve demokrasi havasının tabii işlemesi sayesinde, başka siyasi partlerin de kurulması mümkün olacaktr” sözleriyle Türkiye’de yarışmaya dayalı çok partli siyaset dönemine geçilebileceğinin ilk sinyallerini vermekteydi (Ahmad, 1996: 22). Cumhuriyet Halk Partsi iktdarının ikinci önemli adımı da, çifçiyi topraklandırma kanunuyla atlmıştr. Bu yasa ile kırsal alandaki büyük toprak sahipleri lehine bozulan dengenin yeniden kurulması amaçlanıyordu. Fakat dönemin iktdarı bu icraatyla, karşısında büyük toprak sahiplerinin oluşturduğu güçlü bir muhalefet bulmakta gecikmeyecekt. Böylece, değişen toplumsal ve ekonomik dengeler netcesinde, muhalefet partsinin, yeni dönemde, hem kentlerde, hem de köylerde, desteğini alacağı sosyal sınıfların hüviyet de bütün açıklığı ile ortaya çıkmış olmaktaydı. Oy desteğini ise potansiyel bir güç haline gelmiş olan yığınların bağrındaki toplumsal muhalefet3 sağlayacakt (Çavdar, 1983: 2063). Toprak Kanunu’nun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülmesi sırasında, Cumhuriyet Halk Partsi içinde Atatürk Dönemi’nin son başbakanı Celal Bayar’ın öncülüğünü yaptğı bir gurup milletvekili yasaya karşı çıkmıştr. Ayrıca Celal Bayar, Aydın milletvekili Adnan Menderes, İçel milletvekili Refk Koraltan, Kars milletvekili Fuat Köprülü’den oluşan bu dört milletvekili Türk siyasi tarihinde “Dörtlü Takrir” olarak bilinen bir belgeyle toprak kanununa karşı oldukları- nı kamuoyuna da açıklamışlardı. Bu arada hareketn öncülüğünü yapan Celal Bayar partsinden istfa etmişt. Bu gelişmeleri dikkate alan Cumhuriyet Halk Partsi, part meclisi ise dörtlü takrire imzalarını koyan diğer milletvekillerinin partyle ilişkilerini kesmiştr. İşte Cumhuriyet Halk Partsi’nden ayrılan bu grup, 7 Ocak 1946 tarihinde Celal Bayar’ın önderliğinde Demokrat Part adında yeni bir siyasi part kurmuşlardır. Böylece Türkiye’nin siyasal ve toplumsal tarihinde önemli kilometre taşlarından biri sayılan, çok partli demokratk yaşama resmen geçilmiş olunmaktaydı (Başar, 1992: 89). Bu dönemde Cumhuriyet Halk Partsi, mevcut politk tutumunu, kendi siyaset anlayışı çerçevesinde çizdiği sınırlar dâhilinde demokratlaştrma çabası içine girmişt. Ancak çok ileri adımlar, part içinde bazı tepkilere neden olmaktaydı. Partnin ileri gelenlerine göre bilhassa din konusunda “halkın ihtyaçlarını karşılamak” adı altnda zaten geriye dönüşün teşviki anlamına gelebilecek birtakım tavizler verilmişt. Bazılarına göre Cumhuriyet Halk Partsi’nin oy sıkıntsı, bu durumla ilişkiliydi. Dolayısıyla part, bir reform sürecinden geçirilmeliydi. Reform ise doğrudan doğruya din eğitmi alanındaki politkaların belirlenerek hayata geçirilmesi yoluyla gerçekleştrilmeliydi. Demokrat Partnin henüz korkudan açıkça ele alamadığı bu “din eğitmi” bayrağı, Cumhuriyet Halk Partsi’nin eline verilirse, oyların eski partye akacağı öngörülmekteydi (Toker, 1998: 169). 1949 yılının Ocak ayında Şemsetn Günaltay’ın başbakan olması, Cumhuriyet Halk Partsi’nin Demokrat Part’den ayırt edilemeyecek ölçüde liberal bir çizgiye kayacağının sinyallerini vermekteydi. Fakat halk kitleleri arasında tek part yönetmine karşı yıllardır biriken tepkiler4 ve İkinci Dünya Savaşı döneminde çekilen yoksunlukları, hükümetn kötü yönetmine yorma eğilimi, bu ödünlere bakmayıp, 14 Mayıs 1950’de iktdarı devirmiştr. 1950 yılının Nisan ayı sonlarında açıklanan aday listelerinde Cumhuriyet Halk Partsi’nin milletvekillerinden beşte ikisinin geri çekilerek ortaya yeni adlar koyması da bu akıbet önleyememiştr (Tunçay, 1983: 1977).
In this artcle, the relatonship between the social, economic, cultural and politcal demands of the masses and the religious policy of the Democratc Party is discussed in terms of the practces on religious educaton in the mult-party democratc phase in Turkey which is accepted as one of the most important turning points in Turkish politcal history. During the period of Democratc Party government, relatvely more “reasonable” and non-coercive management approach, dominated the politcal process and the state waivered of the extreme applicatons of secularism in the bureaucracy and everyday life. Also the needs and habits of the broad sectons of the people, which is regarded as freedom of religion and conscience, shaped the policies. However all these democratc achievements, during the period of mult party democratc phase, a populist policy traditon was shaped. In terms of this attude, the traditonalist conservatve oppositon in Turkey was seen as a vote potental by partcipatng politc partes in the competton. Thus, in order to gain the politcal support of this sector, religion was politcized by these politc actors.